AMERİKAN SEÇİMLERİ; TRUMP CLINTON YARIŞININ PERDE ARKASI; MUSUL OPERASYONU VE LOZAN

Son aylarda gittikçe artan oranda 8 Kasım tarihinde yapılacak ABD seçimleri konuşuluyor. Dünyanın tek süper gücüne kimin başkanlık edeceği mühim mesele. Uzun zamandır yeni dünya merkezli bir sistematik içindeyiz zaten.

ABD hem süper güç, hem başkanlık sistemi ile yönetiliyor. Bu durum bir ay sonra yapılacak seçime ilgiyi on katına çıkarıyor. Zira, başkanın kişiliği ve kararları oldukça önemli bu ülkede.

Gorbaçov’un Devlet aklı ile gerçekleştirdiği glasnost ve perestroika (açıklık ve yeniden yapılanma) ile ifade edilen hamlesi ile Rusya oyundan düştü. Zira bu yarışı koşturacak mecali kalmamıştı. Süper güç olma iddiasını beş-on sene daha inatla sürdürse sosyalist çark paramparça olacaktı. O nedenle vitesi düşürdü, sağa çekti. Ülkenin yeniden toparlanması için soluklanma yolunu tercih etti.

Kanaatimce kendi ülkesi için en akılcı kararı aldı. Ancak bu durum en önemli karar mercii olan Gorbaçov’a yaramadı. İsveç’te sürgün hayatı yaşadı. Bugünlerde oldukça yaşlı bir eski lider o. Ancak, Rusya özellikle Putin’den sonra kendi küllerinden yeniden doğdu. Güçlü bir ülke olarak politikalarını yürütmeye başladı.

ABD, SSCB’nin iddialarından vazgeçmesi ile tek süper güç haline geldi. Özgürlükler ülkesi ABD, kapitalizmin babası, modern sömürgeciliğin baş mimarı, Yahudi Cemaatinin tercihi bir dev olarak dünyaya nizam veriyor.

Cumhuriyetçilerle Demokratlar her dört senede bir olduğu gibi seçim için yarışıyor. Hillary Clinton Obama’ya karşı başkanlık adaylığı yarışını kaybetmişti. New York senatörü idi bu hırslı ve çalışkan kadın. Dışişleri Bakanlığına atanmış iken bir süre sonra sağlık sorunu sebebiyle bu görevinden ayrıldı. Bugünlerde o sağlık sorununun ne olduğu kimse tarafından konuşulmuyor. Hillary Clinton seçim çalışmasını bazı sağlık problemleri nedeniyle sıkı şekilde sürdüremiyor. Doktorları zatürre geçirdi, yoruldu gibi kaçamak izahlarla konuyu kapatıyor. Ancak, Hillary Clinton’un sağlık sorunu daha önemli bir konuda olabilir.

Ancak, tarafları vazgeçmiyor ondan. Çünkü on küsur senedir üzerinde anlaşılmış, yatırım yapılmış, seçim totolarda üzerine para konulmuş bir aday karşımızdaki. Ocak ayından bu yana başkanı belirleyecek olan “Seçiciler Kurulu” da (Electoral College) ortaya çıkıyor. Toplumlara kabul ettirilecek yeni aday bulmak genelde zordur. Genelde belli bir tanınmışlığı olan kişi seçilir aday olarak. Bu kişi kendini az çok da kanıtlamıştır. Medyada görünmüştür, büyük sürprizler yapmazlar, siyasi felakete yol açmazlar.

Hillary Clinton böyle de Donald Trump ne durumda? Cumhuriyetçilerin en önemli adayı Trump. Nereden buldular bu taşkın adamı belli. Zengin, TV lerde boy gösterdi, halk tanıyor, kitaplar yazdı. Bunlar tamam ancak önemli bir sorunu var. Polemikçi, seyyar satıcı davranışlarına sahip, kaptı kaçtı iş yapan biri gibi duruyor. İçsel dürtülerini bu yaşına rağmen kontrol edemiyor. Kendini zor tutuyor. Dünya durmuş şimdi, Trump seçilirse ne olur diye düşünüyor. Göçmen politikaları, Meksika’ya beton sınır yapacağını söylemesi, bazı ülkeleri bedel almadan neden koruyoruz gibi çıkışları ile başka bir sorunsal.

Bu ölçüde defolu bir şahıs nasıl bu kadar parladı? Asıl olan soruyu sormaktır. Cevap cebridir. Yani cevap soruya tabidir. Bu çerçevede bakılacak olursa.

ABD kapitalizmin babası demiştik. Nefis ve azgınlık üzerine kurulan bu coğrafya kendi gelişmesini sağlayan en azgın modeli ortaya koymuş durumda. New York’ta Wall Street yakınında bulunan büyük boğa heykeli gibi bir adam. Zenginliği, enerjik olmayı, her türlü mücadeleyi, bel altından vurmayı, kendi menfaati için her şeyi yapmayı vaad ediyor.

Üstelik bu cumhuriyetçilerin tarihçesine de uygun. Vahşi kapitalizm, sömürü, ırkçılık, beyazlık (WASP: White, Anglo Saxon, Protestant).

ABD aynı zamanda Yahudi cemaatinin önemli bir keşfi. Bütün gücünü ve zenginliğini buradan devşirmiş. Onlar aynı zamanda dev bir ülkenin beyni haline gelmiş. Beden başkasının ama akıl ve irade bunların. ABD’nin bu kavim için yapmayacağı şey yok.

15 Temmuz hain darbe girişimine kadar böyle düşünmeyenler bile farketti. Komplo var. Görünenin arkası var. Halka bildirilmeyen arka bahçe çalışmaları, dar labirentler var. Bir yazar söyleşmişti: Ben komploya inanırım. Buna inanmayanların da komplonun bir parçası olduğunu düşünürüm.

Tasarımla yönetilir bu büyük ülke. Nefret ve sevgi ikilemi çok belirgindir. Ak ve kara gibidir tercihler. Aradaki ton farklılıklarının önemi yoktur. Her şeyi gelişmiş akıl ve teknolojileri ile önceden planlarlar. Derin devlet dediğimiz şeyin aslı oradadır. Kimin başkan seçileceğini önceden belirlemek isterler. Sürpriz sevmezler. Oğul Walker Bush’tan sonra Hüseyin Barak Obama başkan oldu. Irak işgali, Guantanamo, Ebu Gureyb işkenceleri ile dibe vuran ABD özgürlükler ülkesi rüyası yeniden canlanmaya yüz tuttu. Afrikalının ABD hakkındaki düşüncesi nedir diye sorulduğunda, cevap, Obama’dan önce mi sonra mı? şeklinde veriliyordu. Afrika sevincinden rüyalar gördü. Değişen esaslı hiçbir şey olmadı oysa.

Trump’ın neden Cumhuriyetçilerin önemli bir adayı olarak ortaya çıktığı belli oluyor bu durumda. Tasarlanmış çünkü. Kaybetmek için tasarlanmış. Hillary Clinton’un kazanması için tasarlanmış. Diğer adaylar arasında onu parlattılar. Seçim anketlerinde neredeyse başa baş gelmişlerdi. Şimdi indirilmesi zamanı. Oldukça defolu çünkü. Tacizden, kabalıktan, saldırganlıktan başladılar. Bu yetmezse daha fazlasını da ortaya koyacaklar. Bu kadarı yeterli gelmiş sanki. Zira bir video kasetten ve bazı kadınların açıklamalarından sonra Hillary Clinton ile kendisi arasında çoktan %6,5 fark meydana gelmiş durumda.

Hillary Clinton belli ki ABD Başkanı olacak. Sağlık sorunları olması önemli değil. Daha iyi. Devlete yön veren koalisyonun ABD idaresini tam olarak ele geçirmesini sağlayacak bu. Küçük ABD ulusal direnişi de ortadan kalkacak böylece. Bu durum aynı zamanda ABD politikalarının keskinliğinin devam edeceğini belki de daha sertleşeceğini gösteriyor tüm dünyaya. Başkan Adayının başkan yardımcısı adayı Tim Kaine ve çalışacağı diğer ekibin bu bakımdan incelenmesi gerekir.

Esasen son aylardaki pervasız Ortadoğu saldırıları bunun eseri. Obama gidiyor. Hillary geliyor. ABD’nin tek hakiminin firesiz Yahudi aklı olması ihtimali var. Suriye’nin kuzeyine Türkiye’nin güneyine bir terör devleti kurmaları, Sevr anlaşmasına yeniden can vermeye çalışmaları bu durumun ayak izleri. Musul’a bu gece başlatılan Türkiye’siz müdahale bunun eseri.

ABD Musul operasyonunu esas itibariyle Irak Ordusu ve Peşmergelerle yapıyor. Peşmergeler içinde PKK unsurlarının bulunması büyük sorun. Musul nüfusunun ağırlıklı olarak sunni olmasına rağmen, müdahalenin şii unsurlarla (Haşdi Şaabi) güçlendirilmiş olması da ayrı bir sıkıntı. Musul’da yapılacak bir katliam bölgedeki kargaşayı bütün alanlara yayacak risk kapasitesi taşıyor. Şehrin üç tarafından yapılan saldırı sonucunda açık bırakılan güneydoğu yönünde, Suriye’ye doğru şehri terk den sivil unsurların Türkiye için yeni bir mülteci akını oluşturması ihtimali çok yüksek. Bir başka ihtimal kuzey istikametinde bir boşluk verilirse Fırat Kalkanı’nın önüne doğru yol alacak bir sivil sığınmacı gurubun meydana gelmesi

Çatışma bu taraflar ile yapılacak olursa bölgenin gelecekte kürt, arap, sünni farklılığı belirginleşecek. Mevcut siyasal uzlaşmazlığı etnik ve mezhep düzeyinde körükleyecek. Bu nedenle Türkiye’nin koalisyon içinde olması çok önemliydi.

Bu gerçeklere rağmen ABD’nin Türkiye’yi neden Musul operasyonunda istemediği anlaşılır değil. Üstelik ABD’nin hedefi DAEŞ’i bölgeden çıkarmak olsa ne kadar uluslararası destek varsa onları yanına almak isterdi. Ancak, anlaşılıyor ki onun amacı müdahaleden sonra bölgeyi kontrolüne vereceği gücü belirlemek. Fırat Kalkanı ile kaybettiği imkanı, Türkiye’yi boydan boya sarma harekatını, şimdi Musul hattı üzerinden ve daha geniş şekilde yapmak istiyor. Musul’un alınması Rakka’ya doğru bağlantı kurulması da demek.

Endişeli bir bekleyiş içindeyim. Ülke olarak iktidarı, muhalefeti ve tüm kesimleri ile bir arada olmamız sorunları bertaraf etmemizde en büyük desteğimiz olacaktır. Diğer yandan unutulmasın. İnsan bilgisayardaki oyunlar gibi yönlendirilemez. Her zaman bir sürpriz yapma potansiyeli vardır. En kritik zamanda gösterir bu hususiyetini ve bozar oyunları. Türkiye’nin tarihsel ve stratejik aklı, çok yönlü ve atipik bu yapılanmaları dizayn edebilecek niteliktedir. Türkiye Cumhuriyetinin bir anda Lozan Antlaşmasını tartışmaya açması refleksi ve bunu bir kart olarak uluslararası senaryoya karşı sürmesi bu niteliğin kendisinde bulunduğunu göstermektedir. Bir fırsatın doğması ise an meselesidir.

Prof. Dr. Hasan AYRANCI